Osmanlı'da "muhtesip" kavramı

   İslam ülkelerinde ve elbette Osmanlı Devleti’nde, “hisbe” denilen ve “iyiliği emretmek ve kötülüğü yasaklamak” anlamına gelen bir dinsel ilkeden hareketle ortaya çıkan ve zaman içinde "muhtesip, ihtisap emini, ihtisap ağası, ihtisap nazırı" gibi isimlerle anılan bir görevli vardı. Bu kişi, padişah fermanıyla atanırdı ve o günün yargıcı sayılan kadıya yardımcı olarak onun emrinde çalışırdı. Devlet tarafından belirlenip muhtesip tarafından denetlenen bazı yasaklar şunlardı: 

  • Hamamlarda masaj yapmak ve çıplak olmak.
  • Hamam duvarlarında hayvan resmi bulundurmak.  
  • Kafirlere (Hristiyan ve Yahudiler) nalın vermek ve Müslümanların kullandığı peştemalleri kullandırmak.
  • Herkesin dinine, tarikatına, cinsiyetine, sosyal statüsüne ve mesleğine göre, renk,biçim, kumaş  ve deri cinsi itibariyle önceden belirlenmiş olan giysi ve ayakkabılar dışında şeyler giyinip kuşanmak.
  • Kadınları ve erkekleri aynı kayıkta taşımak.
  • Gayrimüslimlerin evlerini Müslüman evlerinden yüksek yapmak; Yahudi evlerini mor, Rum evlerini koyu kurşuni ve Ermeni evlerini açık kül rengi dışında renklerle boyamak.
  • Esir pazarında satışa sunulan kölelerin yüzüne pudra, allık ve rastık vs sürüp, onları daha genç ve güzel göstermek.
  • Halkı korkutmak yerine ona devamlı ümit vermek.*

* Kaynakça'da verilen kitapta, muhtesibin camilerle ilgili vazifeleri arasında sayılmıştır: “Halkı korkutma yerine devamlı olarak ümit veren (Allah’ın rahmetinin bol olduğunu bildirerek kötülüğe yönelmesine sebep olan) vaiz de men olunur.” (İnsanlara ümit vermenin cezası ağır yani!) 

   Bahsi geçen bu yasaklar, İhtisab kurumuna ait sınırlı birkaç örnek olup, bu kurum ve yasaklar sadece Osmanlı Devleti'nde değil Abbasilerden itibaren tüm İslam devletlerinde uygulanmıştır. İşin ilginç yanı, bu kurum Kuran-ı kerime dayandırılmasına rağmen, Muhammed döneminde de Dört Halife devrinde de, hatta ilk Arap İslam devleti olan Emevilerde de uygulanmamıştır. Besbelli ki sonradan gelen hükümdar, sultan, şah ve padişahların toplumu her bakımdan kontrol altında tutmak için uydurdukları ve bunu da din kisvesi altında sundukları bir mutlak egemenlik vasıtasıdır. Bu tarihsel veri, dinsel inançların iktidar uğruna nasıl çarpıtıldığına ve şahsi çıkarlara dayanak yapıldığına güzel bir örnektir. Dahası, herhangi bir teokrasinin başka dinlere ve hayat felsefelerine aykırılığını ortaya koyan ve sekülerizmin önemini vurgulayan açık bir kanıttır.

 

Kaynakça: 

  • Yrd. Doç. Dr. Ziya Kazıcı, 1987, İstanbul, Osmanlılarda İhtisab Müessesesi.
  • Miftahu’s-saade ve Misbabu’s-siyade (Mevzuatu’l – Ulum)  I, sayfa 576-577, Yazan: Taşköprüzade Ahmed Efendi, Tercüme: Kemaleddin Mehmed Efendi, 1313, İstanbul.

* Kaynak kitap ve konuyla ilgili yorumları için babam Muharrem Kılıç'a teşekkür ederim. 

Yorum ekle