Gen Bencildir - Richard Dawkins

"Dünya üzerinde yalnızca biz insanlar, bencil genlerin zorbalığına karşı başkaldırabiliyoruz."

—Gen Bencildir'in son cümlesi

   Richard Dawkins, 1976'da yayımlanan Gen Bencildir adlı kitabında "evrimin itici gücünün genler olduğunu" söylüyordu. Bu söylem aslında yeni olmamasına rağmen, ortaya çıktığı her dönemde tartışma yaratan güçlü bir bakış açısı olmuştur. Öyle ki sosyoloji, psikoloji, felsefe vb disiplinler yeri gelmiş genetiği/biyolojiyi hepten reddetmiş, yeri gelmiş tamamen ona sarılarak insanı etkileyen diğer etkenleri (kültür gibi) gözardı etmiştir. Bütün kitabın yorum yazısı olmayacak bu, dolayısıyla ben de bu yazıma bu önemli konudan giriş yapmak istiyorum. (Daha kapsamlı bir kitap yorumunu Focus dergisi şu yazısında güzel bir şekilde yapmış.)

   Dawkins, Gen Bencildir'in son bölümünde, genetik ve kültür arasındaki paralelliğe işaret eder. Burası bence kitabın en can alıcı ve özgün kısmı. Dawkins burada okuyucuyu bambaşka bir düşünce deneyine götürüyor, sosyolojinin diyarına çekiyor. Kültür aktarımının "mem" (meme) adını verdiği, ebeveynden çocuklara taklit yoluyla geçen "kültürel genler" aracılığıyla olduğunu varsaymamızı öneriyor. Bu ara bu "mem" dediği kavramın tamamen bir metafor olduğunu, gen gibi somut bir şeyden bahsetmediğini sık sık vurguluyor. Mem'i tanımlayıp adlandıran kişi olarak Richard Dawkins, artık günümüzde bir disiplin olma yolunda ilerleyen Memetik alanının da kurucusu oluyor bu durumda. Ne de iyi etmiş; böyle bir terime ne kadar da ihtiyacımız varmış ki artık konuşma diline bile geçmeye başladı bu kelime. İronik bir şekilde, "mem" kelimesinin kendisi de yayılan bir mem haline geldi aslında.

   Terimi tek kullanan bizler değiliz elbette. Bilim ve felsefe dünyası için bu tanım artık vazgeçilmez bir araç, bir kolaylık haline geldi. Daniel Dennett mem kavramını birçok yazı ve söyleşisinde tanımlamıştır ama bana göre en başarılı örnek aşağıda yer alan alıntıdır (daha iyi -ve espirili- bir dille nasıl anlatılabilirdi bilemiyorum):

"Geçenlerde tek başıma yolda yürürken, bir melodi mırıldanmaya başladığımı fark ettim ve kendimden utandım; dehşete düştüm. Mırıldandığım melodi ne Haydn’a, ne Brahms’a, ne Charlie Parker’a ve hattâ ne de Bob Dylan’a aitti: Enerjik bir şekilde, “It Takes Two to Tango” adlı şarkıyı mırıldanıyordum; 1950’lerde tuhaf bir şekilde popüler olan, iç karartıcı ve insanın diline yapışıp kalan bir ezgiydi bu. Hayatımda bir gün bile bu melodiyi kendi rızamla dinlediğimi, ona değer verdiğimi veya sessizlikten daha iyi olduğunu düşündüğümü hatırlamıyorum. Ama işte oradaydı; korkunç bir müzik virüsü gibi, mem havuzumun içinde saygı duyduğum diğer müzik memlerinin arasında duruyordu. İşin fenası, bu satırları yazarak virüsü size de geçirmiş olacağım ve gelecekte kendinizi bu sıkıcı melodiyi hayatınızda belki de ilk kez mırıldanırken yakaladığınızda bana lanet okuyacaksınız."  (Dennett - Darwin'in Tehlikeli Fikri)

    Dawkins hep mesajının yanlış anlaşılabileceğinden endişelendi. Bu endişesi de zamanla gerçekleşti. Pek çok okur, Dawkins'in yaratıcı "bencil genler tarafından programlanmış robot" tanımından, insanların genlerin emirlerine hiçbir şekilde karşı gelemeyecekleri sonucunu çıkardı. Her zaman düşülen hataya düşüldü özetle. Örneğin, bir yorumcu şunları yazmıştı: "Bu, insanlar hakkında duyduğum en soğuk, insanlık dışı ve kafa karıştırıcı görüş." Bu sonuç, aslında Dawkins'in anlatmak istediğinin tam tersiydi. Gen Bencildir yıllar boyunca bilimsel ve ahlaki anlamda saldırılara uğradı. 

    Uzun lafın kısası, ön yargılara bakmadan ve hakikat arayışından şaşmadan herkesin okuyup kendi yorumu oluşturması gerekiyor. Vaktiyle okuduğunda kültüre, cinselliğe ve hayvanlara (özellikle kuşlara!) bakışımı değiştirmişti bu kitap.  

   Güncelleme (2014) :  Zamanında Tübitak tarafından tercüme edilip yayımlanan, ama Tübitak’ın Tübit-AK olmasından sonra yeni baskısı yapılmayan bu kitap Temmuz 2014 itibariyle Kuzey Yayınları'ndan çıktı. Yayınevine tebrik ve teşekkürler!

   Güncelleme (2015) : TübitAK evrimi tamamen yasakladı. İlgili haberi okumak için tıklayın.

 

Şunlar da ilginizi çekebilir:

Yorumlar (2) -

  • Dly
    Az-çok genetikten anlayan biri olarak sesli düşünüyorum, her şeyi gen boyutuna indirdik diyelim. Gen nedir? Nükleik asit, 5 karbonlu şeker, fosfat. Tek başına çoğalma eğilimi olamayan bu maddeler bir araya geldiğinde voltranı oluşturuyor. Mesela fosfatı çıkarın, doğada yerine konabilecek pek çok inorganik madde var. Nasıl bir "seçilim" işliyor da bu maddeler bir araya geliyor? Fosfatı, nükleik asidi olduğu gibi görürken, şekerin 6.karbonunu görmezden gelen "doğal" seçici kim, ne, nasıl? Evet cümle sonundaki soru işareti oraya çok yakıştı Smile. Bazı sesleri duyar gibiyim, "abiyogenezden bahsediyor, bu evrim değil ki, abiyogenezin sorunları onu ilgilendirir".. Tabi canım, abiyogenez dediğin nedir ki, alt tarafı evrimin nasıl başladığını anlatamadığımız için bulduğumuz bir çözüm(!). Sonuçta kimilerine göre daktiloda başındaki maymunun sınırsız seçeneği var.. En son uzaydan gök taşlarıyla dünyada çoğalmaya elverişli(!) ve tam da dünyaya uygun(!) RNA ve proteinler beraber geldi vs diyorlardı.. Peki, ne diyelim, anlat anlat heyecanlı oluyor deyip devam edelim.. Hadi diyelim ilk gen oluştu, artık evrim kategorisine girdik, proteinsiz nasıl olacak da kendisini çoğaltacak bilmiyoruz ama hadi çoğalttı diyoruz..

    RNA demişken, diyelim bir virüs geninden bahsediyoruz, diyelim ebola (son zamanların gözdesi), ki ebola RNA taşır, hücre içinde bunu DNA'ya çevirir, kendini çok hızlı çoğaltır, vs vs.. Ebola 7 protein kodlar, yani 7 geni var. Bu 7 genin 7si de bir değil. Bir L proteini vardır ki evlere şenlik.. İnsan haline gelse, Ricky Jay ağlayarak kaçar. Diğer proteinler sakin sakin işini yapar. Ebola'nın işleyişini biliyor musunuz bilmiyorum ama özetle ilginç olarak şunu yapıyor.. İnsan vücudundaki savunma hücrelerini kandırıyor. Nasıl? Normalde virüslerin dış yüzeyleri onların tanınmasını sağlayan mini mini proteinlerle(reseptör) kaplıdır. Ebola'nın içinde RNA'sı ve birde L proteini hali hazırda vardır. Şimdi normal bi virüsten beklenen gitsin, diğer proteinlerini de çoğaltsın, kılıfını yapsın, nezaketiyle içinde bulunduğu konağı patlatıp yeni hücreler arasın, değil mi? Ama L proteini önce gidip bu kendisinin tanınmasını sağlayan mini mini proteinlerin farklı bi  halini üretiyor. Bunu da kılıfa yapışan değil, serumda serbest dolaşabilecek şekilde üretiyor. Afilli söylemek istersek RNA editing yapıyor. RNA editing'i isterseniz ayrıca tarif ederim, hakikaten üstüne kitap yazılır ama çok havalı bi iş olduğuna emin olabilirsiniz. Böylece bu serbest glikoproteinler kana salınıyor. Bizim vücudumuz da onlara karşı önlemler alıyor. Bu sırada Ebola kendini çoğaltıyor ve hücreyi patlatıp kana karıştığında savunma hücreleri, antikorlar, makrofajlar, bombalar, silahlar böyle kala kalıyorlar.. "Aaaa, bu da kim?" oluyorlar. Çünkü daha önce onlara sunulan mini mini proteinlerle kılıfın üzerindekiler aynı değil....

    Şimdi işi yapan L proteinidir, hadi bencil gen yerine akıllı protein deseler biraz daha anlamlı, çünkü işi yapan, olaya aktif katılan zatı şahane kendisi. Ama tabi gen olmadan protein olmuyor, hoş protein olmadan gen olduğunu iddia etmek de aynı derece de saçmadır, Albert(Camu) amcayı bile zorlar. L proteinin de L proteininin geni ile hiiç bir işi olmaz, haberi bile olmaz. Kimle tartışsak aynı yerde tıkanıyoruz.

    Kısaca bilim din değildir, değişmez de değildir, ayrıca kişilerin şüpheciliği de bilimi ilgilendirmez. Bilim orada durur, gider bakarsın, görürsün ya da göremezsin. Sırf din olmadığını anlatmak için de bilim kullanılmaz. Bi insan inanmak isterse de bilimden çıkmaz.. Smile

    Sanat ve bilim kuş için önemli ama kuş niye var olduğunu bilmiyorsa, o varlık bir anlam taşımıyorsa, o kuş neden vardır? Uçmak ona anlamlı gelmiyorsa, yani bilim ve sanatın anlamını bilmiyorsa onların varlığını kuş için değerli yapan nedir? Kanatlarının neden var olduğunu bilmeyen bir kuş uçabilir mi? Tolstoy'un da dediği gibi "hayatımın, beni bekleyen, kaçınılmaz olan ölümün yok etmeyeceği bir anlamı var mı?"



Pingbacks and trackbacks (2)+

Yorum ekle