İnsanat Bahçesi

 

The Human Zoo, Desmond Morris (1969)


   Desmond Morris "Çıplak Maymun" isimli kitabında insan denilen hayvanı, bir bilim insanının tarafsız ve gerçekçi bakış açısıyla incelemiş ve eleştirmişti. Bu nedenle Çıplak Maymun’u okumamış olanların öncelikle Morris’in o kitabını okumasını tavsiye ederim. Çünkü şu anda ele alacağım kitap, bir anlamda Çıplak Maymun’un devamı niteliğinde; o çıplak maymunun kendi elleriyle yarattığı toplumu, bu toplumun içerdiği sorunları, çözüm arayışlarını, başarılarını ve başarısızlıklarını ele alıyor. Yazar özetle, “Geçmişimizi bilmeden geleceğimizi denetleyemeyiz ve umarım çok geç kalmamışızdır” diyor. Morris’in fikirlerine katılmadığım bazı noktalar olsa da (eşcinsellikle ilgili görüşü, hayvan davranışları hakkında kitabın yazıldığı tarihlerde henüz bilinmeyen bazı bilimsel gerçeklerle ilgili yaptığı çıkarımlar ilk etapta aklıma gelenler), genel anlamda insan denen hayvanı güzel ele aldığını ve birtakım tuhaf davranışlarımıza ışık tuttuğuna inanıyorum. Özellikle 4. (BİZLER/ONLAR) ve 5. (DAMGALANMA VE TERS DAMGALANMA) bölümlerden çok şey öğrendim. Bu nedenle okunması gereken kitaplar arasında tavsiye listeme almak istiyorum. Kitaptan bazı alıntılar yaparak ilginizi cezbetmeyi deneyeceğim: 
“ Doğal yerleşim alanlarında ve doğal koşullar altında hayvanlar birbirlerini yaralamaz, kendi yavrularına saldırmaz, mide ülseri olmaz, oburluktan hasta oluncaya kadar şişmanlamaz, kendi kendini tatmin etmeye kalkmaz, homoseksüel çiftler kurmaz, kendi türünden olanları öldürmez. Kent insanlarının bunların hepsini yaptığını söylemek bile gereksiz. Acaba, insanlarla hayvanlar arasında esaslı bir fark olduğunu mu gösterir bu? İlk bakışta öyle gibi. Oysa bu, aldatıcı ve gerçeğe uymayan bir gözlemdir. Aslında bazı hayvanlar, bazı koşullarda bu gibi davranışlarda bulunabilir; özellikle doğa dışında tutsaklığa mahkum edilmişlerse. İnsanlarda görerek pek iyi tanıdığımız bu anomalliklere, hayvanat bahçesinde kafese kapatılmış hayvanlarda rastlarız. Demek ki kent, bir Beton Ormanı olmaktan çok bir İnsanat Bahçesi’dir.

...

Sakın “Bir felakete doğru gitmektesiniz, hemen geri dönün” gibi bir şey söylediğim sanılmasın. Toplumuzun yorulmak bilmez ilerleyişi, araştırma ve icat etme gibi iki güçlü içgüdümüzü alabildiğine koyvermeyi gerekli kılmıştır. Bunlar bize atalarımızdan kalan biyolojik mirasın ayrılmaz parçalarıdır. Yapma veya doğa-karşıtı bir yanları yoktur. Büyük güçlülüğümüzün olduğu kadar, büyük güçsüzlüğümüzün de kökeninde yatar bu içgüdü. Ben sadece bu içgüdünün gereklerini yerine getirmek için ödediğimiz bedelin yüksekliğini ve bu yüklü faturayı ödemekte gösterdiğimiz becerikliliği ortaya koymak dileğindeyim. Oyun gittikçe büyümekte, riski çoğalmakta, kayıplar daha korkunç, oyunun hızı daha baş döndürücü olmaktadır. Ama bütün risklerine rağmen, dünyanın en heyecanlı oyunu olduğu da kuşkusuzdur … Ne var ki çeşitli biçimlerde oynanması mümkündür ve oyuncuların gerçek karakterlerini bilirsek, hem oyundan daha fazla yararlanabiliriz hem de daha tehlikeli bir durum alip sonunda bütün insan türünü bir felakete sürüklemesini engellemiş oluruz.

...

İnsanlık tarihimizin son birkaç bin yılı, evrimsel geçmişimize taşıyamayacağı bir yük bindirmiştir. İnsan o eski insan; aile o eski ailedir; ama kabile, o eski kabile olmaktan çıkmıştır. Süper-kabilelerin üyeleriyiz artık. Eğer ulusal, ülküsel ve ırksal çatışmalarımızın neden olduğu eşi görülmemiş vahşeti anlamak istiyorsak, bu süper-kabile koşullarının neler olduğunu incelemek zorundayız. Hikayemiz acı üzerine kuruludur. Atılan ilk önemli adım, bir yere, sürekli olarak kalmak üzere yerleşmemizle başlar. Böylelikle savunmamız gereken, sınırları belli bir alan ortaya çıkmıştır. En yakın akrabalarımız olan maymunlar göçebe sürüler halinde yaşar. Her sürünün belirli bir yerleşim bölgesi vardır; ancak bu bölgenin sınırları içinde sürekli hareket halindedirler. Eğer iki topluluk karşılaşır ve birbirini tehdit etmeye başlarsa, bu olayın ciddi bir durum alması ihtimali çok azdır. İkisi de çekip kendi yoluna gider. İlkel insanın kesinlikle “toprağa bağlı” olmaya başlamasıyla, savunma sisteminin de pekiştirilmesi gerekmiştir. O zamanlar toprak o kadar çok, insan o kadar azdı ki, herkese bol bol yer vardı. Kabileler kalabalıklaştığında bile silahlar kaba ve ilkeldi.

...

Süper kabileler büyüdükçe bu doğurgan,yumurtlayan nüfusu yönetmek de güçleşmiş; aşırı kalabalıklaşmanın gerilimleri, süper-statü sahibi ırkın bunalımları iyiden iyiye artmıştır. Saldırganlık birikiminin bir an önce boşalabilmesi için çıkış yolları bulmak acil bri ihtiyaca dönüşmüştür. Böylece topluluklar arası çatışmalar bu ihtiyacı geniş çapta karşılayabilecek bir alan olarak ortaya çıkmıştır.

...

Eğer süper-kabile içinde kaçınılmaz olarak oluşan alt-gruplar arasında aşırı bir eşitsizlik olursa, aslında sağlıklı bir şey olan alt-gruplar arası rekabet şiddete ve saldırganlığa dönüşecektir. Bir alt-grubun birikmiş saldırganlığı diğer alt-gruplarınkiyle birleştirilip ortak yabancı bir düşmana yöneltilmezse, ister istemez yürüyüşler, gösteriler, isyanlar ve cinayetler baş gösterecektir.

...

İnsan denilen hayvan, maymun pabuçlarına sığamayacak kadar büyümüştür. Biyolojik avadanlığı, yarattığı biyoloji-karşıtı çevreyle baş edecek güçte değildir. Bugünkü durumdan kurtulmanın yolu ancak olağanüstü bir beyin zorlamasıyla bulunabilir. Ama bu tip belirtiler ara sıra, tek tük görülüyorsa da, daha bir yerde tomurcuklanmaya başlarken başka bir yanda büzülüp kurumaya yüz tutuyor. Üstelik türümüzdeki kendini onarma eğilimi öylesine güçlü ki, her türlü darbeyi zorla da olsa sindirir, sarsıntıyı atlatır atlatmaz da israf ettiğimizin yerine hemen yenisini koymaya sıvanırız. Öyle ki, yediğimiz darbelerden ders almaya bile zamanımız kalmaz. Gördüğümüz en büyük, en kanlı savaşlar bile son hesapta dünya nüfus grafiğinin gittikçe yükselen eğrisinde küçücük çukurlar kazmaktan başka işe yaramamıştır. Her savaştan sonra doğum oranında yükselmeler olmuş ve kayıplar kısa zamanda kolayca kapatılmıştır. İnsan denilen dev, yaralı bir solucan gibi kendi kendini onarıp kıvrıla büküle yoluna devam etmektedir.

Yorum ekle