HIV virüsü ve evrim

   Evrim, yerçekimi gibi kaçınılmazdır. Galilei bir gün gezegenlere gidebileceğimizi hiç düşünmemişti. Darwin de gerçekleşmekte olan evrimi gözlemleyebileceğimizi hiç aklına getirmemişti. Oysa bugün büyük bir evrim deneyinin içinde yaşıyoruz: Gözlerimizin önünde evrim geçirmekte olan ve AIDS hastalığına neden olan HIV salgını. 

   HIV (Human Immunodeficiency Virus/İnsan Bağışıklık Yetmezliği Virüsü) olarak bilinen virüs, 19. yüzyılda bilinmeyen ama artık hepimizin tanıdığı bir organizma. Bu virüsün Mısır firavunu Tutankhamon'un mezarına onu soymaya kalkanları cezalandırmak için konulmuş olduğu ve mezarı açanlara bulaşıp yayıldığı bile iddia edilmişti. Oysa bugün virüsün tarihinin, nesiller boyunca meydana gelen değişikliklerin (modifikasyon) tarihi olduğu anlaşıldı. Mikroskop altında HIV'in değişimini açıkça görebiliyoruz. "AIDS virüsü son on yılda o kadar fazla mutasyona uğramıştır ki, yapılan ölçümlere göre bu süre zarfında sergilediği genetik çeşitlilikler, primat evriminin bütün tarihi boyunca ortaya çıkan çeşitlilikten fazladır!" (Dennett; 1995)

 

   HIV, sıra dışı bir virüstür. Genetik materyal olarak DNA değil RNA barındırır. Yani genleri DNA değil RNA üzerinde yer alır. HIV, taşıyıcısının hücrelerini işgal edip bağışıklık sistemini çökertir; taşıyıcıyı değişik hastalık ve saldırılara karşı savunmasız bırakarak ölmesine neden olur. 2005 yılında HIV yüzünden 3 milyon kişi öldü. Ölüm oranı üstelik giderek artıyor. 20 yıl önce Botswana'da, yeni doğmuş bir bebeğin beklenen ömrü 73 yıldı. Bugün bu rakam 29'a düştü. Yıllar önce bana "siz evrildiniz biz yaratıldık" diyen öğrenci şimdi muhtemelen ölmüştür. 

  Evrim karşıtları için bile HIV, değişerek üremenin kanıtıdır, çünkü bu sürecin gerçekleşmesine tanık oluyorlar. Kısacık geçmişinde virüsün yapısı değişim gösterdi ve karşılaştığı yeni durumlara karşı uyum sağlamayı başardı. Ölüm yaklaştığında hasta, kendisini enfekte etmiş virüsten, insanla kuyruksuz maymunlar (apes) arasındaki fark kadar değişiklik gösterebilen, virüsün torunlarının yuvası olmuştur artık. Her kıtada farklı cinsel alışkanlıklar vardır ve her kıta kendisine mükemmel uyum sağlamış virüs çeşitleri barındırır. Darwin, ileri sürdüğü mekanizmanın bu acımasız kanıtını görseydi mutlu olurdu.

 

 HIV'in tarihini gün gün, yıl yıl, hattâ bir yüzyıl boyunca izlemek mümkündür: 

   HIV'in biyografisi bugün neredeyse tümüyle bilinir durumda. Bu yüzden HIV'in tarihi kuşaktan kuşağa gelişen değişiklikleri bizzat görmenin de tarihidir aynı zamanda. AIDS'e yol açan HIV'deki mutasyon oranı taşıyıcı organizmadakinin bir milyon katıdır. Çünkü HIV RNA'sı kopyalarını üretme konusunda çok başarısızdır; kopyalanma sırasında sürekli hata yapar. Kopyalama enzimlerindeki hata oranı HIV'e, enfekte ettiği vücuttakinden bir milyon kez daha fazla mutasyon birikimi sağlar. Genetik yapıdaki rastgele değişiklikler, tıpkı dillerde olduğu gibi yenilenme sırasında oluşan hatalar, virüsün kalıtsal yapısını hızla değiştirir. Virüsün genetik yapısında ortaya çıkan bu kalıtsal değişiklikler hastalık boyunca doğrudan gözlenebilir. İsveçli bir aile üzerinde yapılan çalışmalar bunu ortaya koydu. 1970'lerin sonunda İsveçli bir erkeğe başka bir ülkede HIV virüsü bulaştı. Adam daha sonra ülkesine döndüğünde virüsü karısına, çocuklarına ve cinsel ilişkiye girdiği diğer kadınlara geçirdi. Söz konusu kişinin ve yakınındakilerin incelenmesi HIV'deki hızlı değişimleri ortaya koydu. 1980'den bu yana hasta kişi ve yakınındakilerden alınan örnekler, tek bir virüsün kısa bir zamanda ne kadar fazla değişip çeşitlenebildiğini gösteriyor.

   Virüsün geçirdiği mutasyonlar doğal seçilim tarafından biriktirilir ve böylelikle saldırgan, kısa zamanda, işgal ettiği bedenin bağışıklık sistemine, kendisine karşı kullanılan ilaçlara ve insan toplumlarının cinsel alışkanlıklarına uyum sağlar. Bu durum çevrede yeni bir değişiklik olana, örneğin yeni bir tedavi uygulanmaya başlayana dek devam eder. Yeni koşullar yeni değişiklikleri sağlar. Her AIDS hastası, bu yüzden, evrim kuramının bir kanıtıdır. Hastalık ilerledikçe, doğal seçilim virüsün kimliğini değiştirir. Kullanılan ilaçlar da evrimsel değişime neden olur, her ilaca verilen tepki farklıdır. HIV'in küçücük genomunun beş yaşamsal bölgesinde gerçekleşen önemsiz değişimler, virüsün en iyi ilaç tedavisinden bile kaçabilmesini sağlayabilir. 

 

   

   AIDS, 1981 yılında bir zatürre çeşidinin görülmesindeki anlık artışı bildiren bir raporla dikkatleri üzerine çekti ve kısa zamanda yayıldı. İzleri takip edilerek ilk ortaya çıktığı yer de tespit edildi. İnsandaki HIV ilk kez Demokratik Kongo Cumhuriyeti'ndeki bir hastanenin patoloji laboratuarında saptandı. Laboratuardaki örnekleri tarayan ekip, 1959 yılında bilinmeyen bir hastalıktan ölmüş birinin örneklerinde HIV virüsüne rastladı. Hastalık oradan yayılmış olmalı.

 

 

 Resim: HIV virüsünün T hücresine girmesi ve çoğalması

   HIV primatlardaki virüslere çok benzer. Maymunlardaki SIV böyle virüslerdendir. İnsan HIV'i ile çok büyük benzerlikler gösterir ama bir hastalığa yol açmaz. HIV muhtemelen, primatlardan insana bulaştı ve insanda öldürücü hale geldi. Aynı virüsün insanlarda öldürücü hastalığa neden olurken maymunlarda zararsız kalmasının nedeni yine doğal seçilimdir. Birçok hastalık -belki de çoğu- insanlara hayvanlardan bulaşır: kuduz hastalığı köpeklerden, sıtma sivrisineklerden, kuş gribi kuş ve kümes hayvanlarından, şarbon sığırlardan, Lyme Hastalığı geyiklerden ve daha başka çok sayıda değişik hastalık bakteri, virüs ve mantar gibi çok küçük organizmalardan geçer.

   Bilim, düşüncelere modeller üretir. Eğer AIDS'e neden olan virüs evrim geçirebiliyorsa, her canlı form evrim geçirebilir. Kuşku yok ki evrim geçirerek bugüne geldik. Ama en yakın akrabalarımızla bile doğuştan gelen büyük farklılıklarımız var. Örneğin bebekler kendi kendilerine oynarken ellerini ağızlarına götürür ve anlamsız sözler çıkarırlar. Hiçbir primat türü bunu yapamaz. İnsanda sağlam olan ve konuşma üzerinde etkide bulunan bir genin (FOXP2) bütün şempanzelerde hasarlı olduğu tespit edildi. Aynı gen kuşlarda da bulundu. Söz konusu genin, daha az vokal özelliklere sahip türlerle kıyaslandıklarında, papağan ve kanarya gibi daha fazla şakıyan; şarkı öğrenip sesleri taklit edebilen kuş türlerinde çok daha fazla kodlandığı görüldü. 

  • Prof. Dr. Steve Jones’un (University College London) 07.08.2009 tarihli makalesinin çevirisidir (Çeviri kaynağı). Yazıdaki bazı imla hataları giderilmiştir.
  • [Dennett; 1995] alıntısı, Daniel Dennett'ın "Darwin'in Tehlikeli Fikri" isimli kitabından tarafımca eklenmiştir. 
  • Resimler tarafımca eklenmiştir.

Şunlar da ilginizi çekebilir:

Yorum ekle