Dini Keşfetmek 14. Bölüm - Mikroevrim ve Makroevrim

 

MİKROEVRİM: Küçük çaplı, yani tek bir popülasyon içinde (bir türün kendi içinde) ve genellikle genlerde/proteinlerde gerçekleşen evrimsel değişimlerdir. Bu tip evrimsel değişimler çoğu zaman fiziksel özelliklere bakılarak gözlemlemlenemez, ama istisnalar elbette vardır. Bugüne dek doğada sayısız doğal seçilim olayı gözlemlenmiştir. Gözlemleyebildiğimiz mikroevrimin en güzel örneklerinden birisi, bakterilerin geliştirdiği antibiyotik direncidir. Buna ilişkin başka pek çok örnek verilebilecek olsa da, en güncel ve çarpıcı olanı Prof. Richard Lenski’nin E. coli bakterileri üzerinde yürüttüğü başarılı deneydirGünümüzde bizzat gözlemleyebildiğimiz mutasyonlarla ilgili bilgi almak için tıklayın.

MAKROEVRİM: Uzun vadede meydana gelen ve fiziksel özelliklere yansıyan, gözle görülebilen evrimsel değişimlerdir. Bu aslında mikroevrimin devamıdır; diğer bir deyişle gen sıklıklarının popülasyon içerisinde mikro-değişimi, zaman dilimine daha geniş baktığımızda karşımıza makro-değişim olarak çıkar. Tek hücreli alglerin (su yosunları) çok hücreli mikroorganizmalara evrimi (videoyu izlemek için tıklayın), makroevrime bir örnektir. 

   Çeşitliliğin yeni bir türün oluşmasına yetecek kadar birikerek artmasına ise TÜRLEŞME denir. Bunun olması için, çok güçlü bir zorlayıcı etkinin çok uzun bir süre boyunca ortamda bulunması gerekir. Yeterli zaman tanındığı takdirde temel evrimsel mekanizmalar (yani 1. mutasyon  2. göç =gen akışı  3. genetik sürüklenme  4. doğal seçilim) büyük evrimsel değişimler yaratabilirler, ki canlılık tarihinin geçmişine dair bildiğimiz her şey zaten makroevrime yeterli sayıda ve çeşitte kanıtı sunmaktadır.  Ancak bu ayrımı sadece daha kolay anlaşılması için yapıyoruz. Özünde makroevrim ile mikroevrim birbirinden ayrı iki mekanizma değildir. Evrim dediğimiz süreç mikroevrim olarak işler; yani makroevrim de aslında birikimli mikroevrimdir.

 

*Bu görsel EvrimiAnlamak sitesinden alınmıştır ve “evrimi gerçekten anlamak” için sonrasında bu siteye girip okumaya devam etmenizi tavsiye ederim.

   Evrim karşıtlarına göre 'evrime şahit olmadığımız' için 'evrim diye bir şey yoktur'. Bunu söylerken bilimsel anlamda geçersiz bir argüman sunmuş olurlar (bizzat zamanda geriye gidip anlık olaylara şahit olmadan da bilimin ışığında var olduğunu bildiğimiz sayısız bilimsel gerçek var; en basiti nesli tükenmiş olan hayvanlar, elimizdeki onca fosil, dünyanın oluşumuna dair jeolojik ve arkeolojik kalıntılar, moleküler-genetik-embriyolojik kanıtlar vb). Kaldı ki yeni türlerin oluştuğunu gözlemleyemediğimizi söylemek için bazı canlıların varlığından (örneğin naylon yiyen bakteriler) bihaber olmak gerekiyor. 

   İnsanlar, biyoloji alanındaki çığır açıcı keşiflerle ortaya çıkan Mikrop Teorisi’nden itibaren başlayan aydınlanma sürecine kadar, hastalıkları Tanrı’nın bir cezalandırma yöntemi olarak görüyordu. Bu anlamda, 1928 yılında Penisilin’i bulan Alexander Fleming’i ve Darwin’in “Türlerin Kökeni”ni yayınladığı yıllarda mikroorganizmalar ile hastalıklar arasındaki ilişkiyi ilk kez yaptığı deneylerle ortaya koyan Louis Pasteur’ü de bir kez daha anmış oluyoruz. Son olarak aşağıda, belli antibiyotiklere tamamıyla direnç geliştirdiği halde toplam üreme uyumluluğunu kaybetmemiş olan bakterilere sadece birkaç örnek vermek istiyorum. Videoda seslendirilmeden gösterilen bu örnekleri, altyazıya ekleyemediğimden dolayı araştırmak isteyenler için yazıyorum: 

- Vankomisin'e dirençli Staphylococcus aureus

- Çok ilaca dirençli tüberküloz

- Penisilin'e dirençli pnömoni - zatürre (pneumococcus)

- Penisilin'e dirençli Enterococcus

- Linezolid'e dirençli Enterococcus

- Klindamisin'e dirençli C. difficile

- Sülfonamid'e dirençli bakteriler

TÜM BÖLÜMLER:

   * Not: Bazı bölümlerin eksik olduğunu göreceksiniz. Onların çevirisini yapmadım çünkü bunlar bizleri çok ilgilendirmeyen, daha çok ABD ve Hristiyanlık çerçevesinde yapılan eleştirileri içeriyor.

 

Yorum ekle