1) Kozmolojik argüman (İlk Sebep argümanı): Bu argümana göre, Tanrı baştan var olmalıdır ki, evreni başlatan bir ilk sebep olabilsin.
2) Ontolojik argüman (Varlık argümanı): Bu aslında bir argümanlar grubunun genel adıdır. Burada genellikle kendisinden daha büyüğü tahayyül edilemeyecek kavramlar konu edilir ve Tanrı "en büyük", "en yüce", "en yetkin", ya da "var olmaması mümkün olmayacak", vs. bir kavram olarak tanımlanır. Bu tanımlardan mantıksal çıkarsama yapılarak, Tanrı'nın var olduğu iddia edilir. "Varlık" kavramının kendisinin, Tanrı'nın varlığının bir delili olduğu söylenir ve Tanrı genellikle "Var olmaması mümkün olmayan" bir varlık olarak tanımlanmaya çalışılır.
3) Teleolojik argüman (Tasarım argümanı): Doğada tasarım olduğu fikrine dayanan argümanların genel adıdır.
4) Ahlak argümanı: İyi ve kötü kavramlarının ve genel olarak ahlakın Tanrı olmadan tanımlanamayacağını savunur.
5) Transendental argüman: Bu argümana göre, mantık, bilim ve ahlak gibi şeyler Tanrı olmadığı takdirde anlaşılamazlar.
6) Çoğunluk argümanı (Argumentatum Ad Populum): "Dünyanın dört bir yanında insanlar çağlar boyunca Tanrı'nın varlığına inandılar. Bu yüzden Tanrı'nın var olmaması pek ihtimal dahilinde değildir" diyen argüman. Aslında bir mantık hatasıdır (logical fallacy) ve bu Tanrı argümanı da onun sadece bir örneğidir.
7) Antropolojik argüman (Mükemmellik argümanı): Zihnimizdeki mükemmellik kavramının mümkün olmasının, ancak ve ancak böyle bir mükemmelliğin (Tanrı'nın) var olması durumunda mümkün olacağını iddia eden argüman.
8) Sonsuzluk argümanı: Tanrı'yı mutlak sonsuz olarak tanımlar ve var olması gerektiğini iddia eder.
9) Tanık argümanı (Dinsel tecrübe ya da Mucize argümanı): Dinsel veya mucizevi tecrübelere dayanan argümanlar.
10) Dinsel kişi ve kaynaklara dayalı argüman: Örneğin Muhammed'in hayatını veya Kuran'ı örnek göstererek, bunların mevcut dinin geçerliliğine ve güvenilirliğine işaret ettiğini, dolayısıyla bu dine ait temel kavramların (Tanrı'nın varlığı gibi) doğru olması gerektiğini iddia eden argüman.
11) "Ya varsa?" argümanı (Pascal'ın Kumarı): "Tanrı yoksa benim kaybedeceğim bir şey yok, ama varsa inançsız birinin kaybedeceği çok şey vardır" şeklindeki değerlendirmeye dayanarak Tanrı'nın varlığının kabul edilmesi gerektiğini söyleyen argüman.
Burada listelenenlerin dışında bir Tanrı argümanı varsa, çok nadir rastlanan ve dile getirenin bile çok güçlü görmediği bir argüman olacaktır. Zaten bu liste, karşılaşacağınız Tanrı hipotezlerinin %99'unu kapsayacaktır. Bunların çoğuna sadece "kısaca" değinmek kâfi olacaktır; çünkü bunların çoğu, dile getirenlerin bile çok ciddiye almadığı ve Tanrı'nın varlığına halihazırda ikna olmuş birinin inancını daha da pekiştirmek için kullanılan yan argümanlardır.
Bu listedeki argümanlar üzerinde konuşmayı bitirdiğimizde, ilk üçünün bile ne kadar çürük olduğunu görecek (ki diğerlerinin çoğu zaten ciddiye bile alınmayacak iddialardır) ve inançlı olsanız bile bu inancın akıl, mantık ve kanıt işinden ziyade duygu, arzu, iman ve "gönül gözü" işi olduğunu fark edeceksiniz.
1) Kozmolojik argüman:
En basit şekliyle şöyle ifade edilebilir:
1. Her şeyin bir sebebi vardır (“Bazı şeylerin sebebi vardır” şeklinde de kullanılır.)
2. Hiçbir şey kendi kendisinin sebebi olamaz.
3. Öyleyse sebebi olan her şeye, kendisi haricinde bir şey tarafından sebep olunmuş demektir.
4. Nedensellik zinciri zamanda sonsuza kadar gidemez.
5. Nedensellik zinciri sonsuza gidemezse, demek ki bir ilk sebep olmak zorundadır.
6. Tanrı, sebebi olmayan ilk sebep demektir.
7. Demek ki Tanrı vardır.
Bu argüman farklı biçimlerde, öncüllerin sıraları değiştirilerek de ileri sürülebilmektedir, fakat sonuçta özü yukarıda ifade edilen mantık yürütmede yatmaktadır. Kozmolojik argümanın temel zayıflığı, yukarıda sayılan bazı öncüllerinin geçersizliği, veya geçerli olup olmadıklarının gösterilmiş olmamasıdır. Tanrı'yı kendi kendisinin sebebi olan şey olarak tanımlayanlar, 2 ve 3 numaralı öncülleri argümandan çıkarabilmektedirler. Bu yüzden, argümanın daha sofistike biçimlerinde, ilk öncül değiştirilmiş ve "Bazı şeylerin sebebi vardır" biçimine dönüştürülmüştür.
Kozmolojik argümanın çürütülmesinde şu noktalar önemlidir:
1. Tüm olayların gerçekten sebebi var mıdır?
2. İlk sebep semavi dinlerin tanrısı mıdır?
3. Argüman kendi içinde tutarlı mıdır?
Örneğin 1 numaralı öncül olan "Her şeyin bir sebebi vardır" ifadesi, kendi içinde çelişkilidir (her şeyin bir sebebi olmalı deyip, tanrıya sebepsiz demek, açık bir çelişkidir.) Ayrıca her şeyin bir sebebi olduğu önermesi, doğruluğu kendiliğinden menkul bir önerme değildir ve kanıta ihtiyaç gösterir. İnsanlar her şeyin bir sebebi olduğuna inanmayı seçebilir, ama bu onu gerçek yapmaz. Modern kuantum fiziği, bize sebepsiz var oluyor gibi gözüken pek çok olgu sunmaktadır.
4 numaralı öncül de aynı şekilde zan altındadır, çünkü kanıtlanmadan argümana alınmıştır. Nedensellik zinciri pekala da sonsuza kadar gidebilir ve aksini düşünmek için ortada bir sebep bulunmamaktadır.
6 numaralı öncülde ise, "tanrı" kavramı keyfi bir biçimde tanımlanmıştır. Aslında tanrı kavramının keyfi biçimde tanımlanması, teizmde çok sık karşılaşılan bir tavırdır. Tanrıya sebebi olmayan ilk sebep deyip, bu tanımın semavi dinlerin tanrısını ifade ettiğini savunmak, en kibar ifadesiyle safçadır.
Son zamanlarda, Big Bang teorisinin ışığında bazı teologlar, bu argümanı daha değişik biçimde formülize etmenin de yoluna gitmişlerdir. Örneğin:
1. Var olmaya başlayan her şeyin bir sebebi vardır.
2. Evren var olmaya başlamıştır (Big Bang).
3. Demek ki evrenin bir sebebi vardır (Tanrı).
Burada da Big Bang teorisi doğru kabul edilirse (2 numaralı öncül), 1 ve 3 numaralı öncüller zan altında kalır. 1 numaralı ifadenin doğruluğu meçhuldür. Günümüz modern fiziğindeki atomaltı parcacıklara ilişkindeneylerde, sebepsiz olarak meydana gelen pek çok kuantum olayı gözlenmektedir; kuantum dünyasında parçacıklar, sebepsiz yere var olmakta ve yok olmaktadırlar. Dolayısıyla var olmaya başlayan her şeyin bir sebebi olması gerektiğini farz etmemiz için yeterli bir kanıt olmadığı gibi, bunun aksini düşünmemiz için veriler vardır. 3 numaralı öncülde ise, yine tanrı kavramının tanımı keyfi biçimde yapılmıştır. "Evrenin sebebi = Tanrı" derseniz, işte o zaman bu argüman bir şey ifade eder. Ama tanrıyı evrenin sebebine indirgemek, sadece semavi dinlerin tanrısından uzaklaşmak anlamına gelmez; aynı zamanda tanrı kavramını tamamen bulanık bir hale getirir. Çünkü evrenin sebebi, tabii eğer varsa, pek çok şey olabilir. Bunu dinlerin tanrısına indirgemeye çalışıp işin içinden sıyrılmak, felsefi açıdan geçersiz bir yaklaşımdır. Bir bilinmeyenin yerine tanımı bulanık bir başka bilinmeyeni koymak, sağlıklı ve tutarlı bir mantık yürütme değildir; dolayısıyla hiçbir şeye cevap vermez. Eğer amaç, sebebi olmayan şeylerden kurtulmak ve her şeyin sebebi olduğu konusunda ikna edici bir açıklamaya kavuşmaksa, kendisi sebepsiz olan bir kavramı işin içine katarak bu nasıl başarılacaktır? “Tanrı sebepsizdir” demek, "Evren sebepsizdir" demekten daha mı açıklayıcıdır? Eğer bir kavram, bir açıklamanın açıklayıcılığına hiçbir şey katmıyorsa, sıfır gibi etkisiz bir elemansa; o zaman bu kavramı açıklamaya katmanın bir anlamı yoktur. Bu ilke Tanrı problemine ve kozmolojik kanıta uygulandığında, evrene sebepsiz demek, Tanrı'ya sebepsiz demekten daha basit bir açıklama olduğu için Tanrı kavramından vazgeçmemiz gerektiği anlamına gelecektir. Kısacası, kozmolojik argüman zannedilenin aksine oldukça çürük bir argümandır.
2) Ontolojik argüman (Varlık argümanı)
Bu aslında bir argümanlar grubunun genel adıdır. Burada genellikle kendisinden daha büyüğü tahayyül edilemeyecek kavramlar konu edilir ve Tanrı "en büyük", "en yüce", "en yetkin", ya da "var olmaması mümkün olmayacak", vs. bir kavram olarak tanımlanır. Bu tanımlardan mantıksal çıkarsama yapılarak Tanrı'nın var olduğu iddia edilir. "Varlık" kavramının kendisinin Tanrı'nın varlığının bir delili olduğu söylenir ve Tanrı genellikle "Var olmaması mümkün olmayan" bir varlık olarak tanımlanmaya çalışılır.
Eski Hristiyan teologlarından Aziz Anselm'in ilk olarak ortaya koyduğu orijinal şekliyle ontolojik kanıt aşağıdaki gibidir:
1. Tanrı kendisinden daya büyüğü tahayyul edilemeyecek olandır.
2. Her şey aynı kalmak üzere, hem zihinde hem de gerçekte var olan bir varlık, sadece zihinde var olan bir varlıktan daha büyüktür.
3. Demek ki Tanrı hem zihinde hem de gerçekte vardır.
Anselm, Tanrı'yı mükemmel bir varlık olarak tanımlamıştır. Anselm'e göre bir şeyden daha mükemmeli tanımlanabiliyorsa, Tanrı bu "daha mükemmel olan" olmalıdır. Anselm bunu şöyle ifade eder: "Zihnimizde mükemmel ama gerçeklikte karşılığı olmayan bir varlık yaratmışsak, gerçeklikte karşılığı olan başka bir mükemmel varlık ilkinden daha mükemmeldir. Tanrı en mükemmel varlık olduğuna göre, hem zihnimizde hem de gerçekte var olmalıdır."
Anselm'in argümanına gelen en eski kayıtlı itirazlardan biri Gaunilo'nunkidir. Gaunilo, okurlarından hayal edebilecekleri en mükemmel adayı hayal etmelerini istemiştir. Elbette böyle bir ada gerçekte yoktur; o halde mümkün olan en mükemmel adayı hayal etmiyoruz demektir. Öyle olsaydı, bu hayal ettiğimiz ada gerçeklikte var olurdu (hem zihinde hem de gerçekte var olan, sadece zihinde var olandan daha mükemmel olduğuna göre). Bu şekilde düşünüldüğünde, argümanın absürdlüğü ortaya çıkmaktadır. Fakat Gaunilo, bunun Anselm'in argümanından farksız olduğunu başarılı bir şekilde ortaya koymuştur.
Ayrıca, Douglas Gasking (1911-1994) de başka bir yönden bu argümana itiraz etmiştir. Gasking'e göre, yokluk varlıktan daha mükemmel bir durumdur; çünkü varlık asimetriktir ve mükemmelsizliği yüzünden kendi parçalarıyla etkileşim halindedir; mükemmel olsaydı statik olurdu. Yokluk Gasking'e göre sınırsız, zamansız ve basittir; yani mükemmeldir. Varlık ise zaten sınırlarıyla tanımlıdır. Gasking bundan yola çıkarak Tanrı'nın var olmadığına dair bir kanıt sunmuştur (Gasking's Proof, Analysis Vol 60, No 4, 2000, s. 368-70):
1. Evrenin yaratılması akla gelebilecek en büyük başarıdır.
2. Bir başarı kendi iç kalitesinin ve yaratıcısının yeteneğinin bir ürünüdür.
3. Yaratanın yeteneği ne kadar az ise, yaratılanın handikapı daha az olacağından, sonuçta ortaya çıkan başarı o derece büyüktür.
4. Bir yaratiçinın sahip olabileceği en büyük handikap var olmaması olurdu.
5. Öyleyse, eğer evren var olan bir yaratıcının ürünüyse, biz zihnimizde daha büyük bir yaratıcıyı hayal edebiliriz, ki bu var olmadan yaratan biri olurdu.
6. Demek ki Tanrı yoktur.
Görüldüğü gibi, sadece zihinde yapılan tanımlar ve onlardan çıkan mantıksal çıkarsamalarla bir yere varılamaz. Bu tür çabalar neyi nasıl tanımladığınıza ve öncüllerinizin neler olduğuna bağlı olarak Tanrı'nın var olduğunu da kanıtlayabilir, var olmadığını da. Bu mantığın başka örnekleri de vardır. Descartes ve Leibneitz'in Tanrı kanıtlarını da burada örnek olarak verebiliriz, sonuçta bunların hepsi benzer çabalardır. Örneğin Descartes'ın Tanrı kanıtına bakalım:
"Tanrı 'en yetkin' ve 'en gerçek' varlık olduğuna göre böyle bir kavramı benim zihnime kim sokmuş olabilir? Ben 'en yetkin' ve 'en gerçek' özelliklerine sahip bir varlık değilim, öyleyse bu düşünceye ben kendim ulaşamam. Çevremde gördüğüm varlıkların da hiçbiri bu özelliklere sahip değil. Öyleyse bu fikri benim zihnime yerleştiren varlık 'en yetkin' ve 'en gerçek', yani 'Tanrı' olmalıdır."
Bu düşünce tarzındaki birinci yanlış, tanımlanan bir şeyin var olmasının zorunlu zannedilmesidir. Örneğin ben efsanelerdeki kanatlı atı veya Noel babayı tanımlayabilirim, fakat bu onların gerçek dünyada karşılıkları olduğu anlamına gelmez. Bir şeyin zihinlerimizde var olmasıyla gerçekte var olması aynı şey değildir. Buradaki ikinci yanlış, bu türden bir akıl yürütmenin döngüsel akıl yürütme (İng. circular reasoning) denilen mantık hatasına dayanıyor olmasıdır. Bu tür akıl yürütmelerde ulaşılmak istenen sonuç, yola çıkılan başlangıç noktalarında gizli olarak içerilir. Örneğin burada yapılan Tanrı tanımı, ulaşılmak istenen amaca (Tanrı'nın var olduğu inancına) hizmet edecek şekilde seçilmiştir; dolayısıyla bize yeni bir bilgi sunmaz, sadece baslangıçtaki öncüllerden birinde içerilen bir bilgiyi açığa çıkarmaya yarar.
Dışarıdan gelen hiçbir veri kullanılmadan, sadece zihinde yapılan tanım ve mantıksal çıkarımlarla Tanrı'nın varlığını kanıtlama fikri çağlar boyunca pek çok filozofa cazip gelmiş, ama her zaman boş çıkmıştır. Çünkü sadece zihinde yapılan bir muhakemeyle Tanrı gibi bir kavramın varlığı gösterilemez. Bu amaçla yapılan her düşünce zinciri, bir kedinin kendi kuyruğunu kovalamasına benzer şekilde döngüseldir. Tanrı'dan çıkar, Tanrı'ya varır (Tanrı'nın var olmadığından çıktığında da Tanrı'nın var olmadığına varır); başlangıçta içerdiğinden daha fazla bilgi veremez.
3) Teleolojik argüman (Tasarım argümanı)
Argüman genel şekliyle aşağıdaki gibi özetlenebilir:
1) Öncül: X zeki bir tasarımcının ürünüdür.
2) Öncül: X insanlar tarafından tasarlanmamıştır.
3) Öncül: Tasarım yapabilecek varlıklar insan (vardır) ve Tanrı'dır (var olabilir de olmayabilir de).
4) Tanrı yoksa, X Tanrı tarafından tasarlanmamış demektir.
5) Fakat X tasarlanmış olduğuna (1. Öncül) ve insanlar tarafından tasarlanmadığına (Öncül 2) göre ve de tasarım yapabilecek varlıklar insan ve Tanrı'dan ibaret olduğuna göre (3. Öncül), X Tanrı tarafından tasarlanmış demektir.
6) Dolayısıyla Tanrı vardır.
Bu argümanda bahsi geçen X olgusu duruma göre evrenin tamamı, evrenin temel sabitleri, evrimsel süreç, insan, belli bir hayvan ya da canlı, bir organ (göz, beyin vb) veya bir yetenek (konuşma, düşünme vb) olabilir. Bu argüman Tanrı kanıtları arasında görünüşte en güçlü ve dolayısıyla günümüzde de en popüler olandır. Örneğin ABD'deki yaratılışçılık akımı savunucuları bu sözde "bilimsel" teorilerini ders kitaplarına sokma konusunda bir türlü başarılı olamayınca, yaratılışçılığın yerine ondan daha sofistike ve popüler olan "Intelligent Design" (Akıllı tasarım) iddialarını öne sürmüştür. Her ikisinin de temelinde teleolojik argüman yatar.
Teleolojik argümanın karşıtları 2 numaralı öncülü genel olarak kabul etmekle beraber, 1 ve 3 numaralı öncüle karşı çıkmaktadırlar. 1 numaralı öncül, her olgunun zeki bir varlık tarafından tasarlanmış olması gerektiğini varsayması bakımından şüphelidir. Fakat daha da önemlisi, bir objeyi incelemek yoluyla onun zeki bir tasarımcının ürünü olup olmadığının anlaşılabileceğini öne sürer. Dünyadışı zeki yaşam formları arama projesi olan SETI'nin (Search for Extra Terrestrial Intelligence) altında da benzer bir kabul olduğu iddia edilir (uzaydan gelen elektromanyetik dalgaların analizi yoluyla, rastgele oluşmuş doğal kökenli elektromanyetik dalgalar ile zeki bir uygarlık tarafından meydana getirilmiş dalgalar arasında fark bulunacağı kabulü). 1 numaralı öncüle yapılan itirazların bir türü, bu kabulü sorgulamak üzerine kuruludur; bu fikirdeki kişilere göre SETI de, bir nesneye bakarak tasarımlanmış olup olmadığına karar veren diğer her türlü uğraş da boşadır.
1 numaralı öncüle yapılan diğer bir itiraz türüyse, bir objeye bakarak tasarımlanmış olup olmadığının bazı durumlarda bilinebileceğini; fakat bunun çok ince, karmaşık ve tartışmaya açık bir konu olduğunu söylemek üzerine kuruludur. Bu konuda fikirler farklı olmakla birlikte mevcut kanılardan birisi, bazı objelerin tasarım ürünü olup olmadığının kolayca söylenebileceği; bazıları için ise bunun söylenemeyeceğidir. Bir şeyin zeka ürünü olup olmadığını söylemeye yönelik yöntem ve formül geliştirme çabaları mevcuttur; fakat bunlar herkes tarafından genel kabul gören yöntemler olmaktan uzaktır. Nesnelere bakarak tasarımlanmış olup olmadıklarının söylenebileceği farz edilse bile konu, teistlerin tasarımlanmış olduğunu iddia ettikleri şeylerin gerçekten tasarımlanmış olup olmadığının tespiti noktasında problemli hale gelmektedir. Çünkü teistler de dahil hiç kimse, tasarımı uzaktan tanımaya yönelik hatasız ve herkes tarafından hemfikir olunan bir yönteme sahip değildir. Teistlerin önerdiği yöntemleri çürütmek için tasarım ürünü olmadığı herkes tarafından kabul edilen, fakat teistlerin tasarım tespit yöntemine göre tasarımlanmış olduğu kabul edilmesi gereken örnekler vermek yeterlidir; çünkü tasarım ürünü olduğu iddia edilen şeylerin tasarım ürünü olup olmadıkları kolayca söylenemez, hattâ pek çok durumda tasarım ürünü olmadıkları rahatlıkla söylenebilir. Buradaki en önemli nokta, evrim kuramının bize gösterdikleridir. Bugün bilimsel kamuoyunda yaygın kabul gören evrim teorisi (bilim insanlarının %90'ından fazlası evrimi kabul etmektedir), canlılığın doğal seçilim yoluyla basitten karmaşığa doğru nasıl değişim gösterdiğini ve bu sürecin bir akıllı tasarımcı gerektirmediğini ortaya koymaktadır. Bu konuda daha fazla bilgi için Richard Dawkins'in "Kör Saatçi" [The Blind Watchmaker] kitabı okunabilir. Dawkins'in de belirttiği gibi, gözün evrimi konusunda bilim insanlarının şu an için yaptığı açıklamaların kesin olarak doğru olması dahi şart değildir; tasarım argümanını çürütmek için sadece olası ve akla yatkın olması yeterlidir. Önemli olan bu tür düzeneklerin tasarımdan başka yollarla da oluşabileceğinin gösterilmiş olmasıdır. Ünlü evrimsel biyolog John Maynard Smith’in de dediği gibi: “Hiçbir biyolog, karmaşık yapıların tek bir aşamada ortaya çıktığını iddia etmez.” Hücre bazındaki basit canlılık, ara aşamalarla, kademeli olarak karmaşıklığa doğru gelişir. Evrim karşıtları, iddialarında bu önemli ayrıntıyı çoğu zaman görmezden gelir.
Teleolojik argümanın basit biçimlerinde, bir sürecin (örneğin yaşam) karmaşıklığı tek başına bir tasarım göstergesi olarak sunulmaya çalışılır. Fakat bu, cehalet kaynaklı bir argümandır (İng. argument from ignorance). Bu mantık hatasında, bir şeyin nasıl olduğu açıklanamıyorsa ya da söz konusu kişi bunu açıklayamıyorsa, o şeyin gerçek olmadığı veya var olamayacağı öne sürülür; ki bunun neden bir mantık hatası olduğu, mantık ve felsefe kitaplarında pek çok örnek verilerek yeterince ayrıntılı bir şekilde gösterilmektedir. Dolayısıyla herhangi bir olgunun sırf karmaşık olduğu gerekçesiyle tasarımlanmış sayılamayacağı açıktır (Karmaşık olup da tasarlanmamış olduğu kabul edilen pek çok süreç -örneğin atmosferik olaylar, bulutların hareketi, yıldızların oluşumu vs- bulunmaktadır).
Teleolojik argümanın daha sofistike biçimlerinde, tasarımın tespitinde indirgenemez karmaşıklık gibi kavramlar kullanılır. Lehigh Üniversitesi'nden Biyokimyager Prof. Dr. Michael Behe tarafından öne sürülen bu kavrama göre, bazı objeler, herhangi bir alt parçasını çıkardığınız takdirde işlevlerini yitirirler. Yani ancak bütün halde işlevseldirler. Örneğin Michael Behe'nin bir örneğine göre, bir fare kapanını oluşturan parçaların bir tanesini çıkardığınızda, elinizdeki düzenek artık fare kapanı olarak işlev görmez. Dolayısıyla fare kapanı "indirgenemez kompleks" bir düzenektir. Bu ise tasarımlanmış olmasından kaynaklanır. "Darwin'in Kara Kitabı" adlı kitabında Behe, canlıların da (örneğin bakteri kamçısı) indirgenemez karmaşıklıkta olduğunu göstermeye çalışır.
Fakat Behe ve yandaşları tarafından örnek verilen organizmaların aslında iddia edildiği gibi indirgenemez karmaşıklıkta olmadıkları gösterilerek bu argüman çürütülmüştür. Çünkü bir canlı veya bir organ, pek çok durumda bazı kısımları çıkarıldığında da fonksiyonunu yerine getirebilmektedir. Yani verdikleri örnekler indirgenemez değil, indirgenebilir karmaşıklığa sahiptir ve basitten karmaşığa doğru ilerleyen kademeli bir evrim süreciyle oluşabilmektedir. Nitekim, örneğin bu argümanın savunucuları tarafından indirgenemez karmaşıklıkta olduğu iddia edilen "göz" gibi bir organın evrimsel süreçte çok ilkel biçimlerinden (ışığa duyarlı hucreler, fincan seklinde reseptorler, vs) çok daha gelişmiş biçimlerine kadar (insan gözü, ve hatta ondan daha iyi işlev gören kartal gözü gibi) pek çok formunun olduğu, dolayısıyla gözün indirgenemez karmaşıklıkta olmadığı gösterilmiştir. Böylece, bu argümanın savunucularının çok sevdiği "yarım bir göz, hiç göz olmamasıyla aynıdır" şeklindeki iddia çürütülmüştür; çünkü yarım bir göz, hattâ sadece ışığa duyarlı hücrelerden oluşan bir düzenek bile gözsüz olmaktan iyidir. Bkz. Yarım bir göz ne işe yarar?
Ayrıca, Behe'nin verdiği fare kapanı örneğinin dahi aslında indirgenemez karmaşıklıkta olmadığı (fare kapanının bazı parçalarının çıkarılması suretiyle ortaya çıkabilecek daha basit fare kapanlarının veya ona yakın fonksiyonların yerine getirilebileceği düzeneklerin mümkün olduğu) gösterilmiştir. İndirgenemez karmaşıklığın tanımı da başarısızdır. Parçalardan bahseder ama bu parçaların "ne" olduğunu açıkça belirtmekten kaçınır. Mantıken bu parçaların atomlar olması gerekir çünkü biyokimyasal reaksiyonlarla daha fazla bölünemeyecek olan organizasyon seviyesi, yani biyokimyacıların analizlerinde kullandıkları en küçük seviye budur. Ancak Behe, molekül kümelerini birer "parça" olarak kabul eder ve bu belirlemeleri neye göre yaptığını da tanımlamaz.
Not: "İndirgenemez Karmaşıklık" tezini ileri süren Prof. Dr. Michael Behe, 2010 yılında The Quaterly Review of Biology dergisinde yayınlamış olduğu "Deneysel Evrim, Fonksiyon Kaybettirici Mutasyonlar ve Adaptif Evrim'in İlk Kuralı" başlıklı makalesiyle 1996'dan beri sürdürmekte olduğu katı evrim karşıtlığından vazgeçmiş; evrimi "bir yaratıcının yönlendirdiği" ön koşuluyla kabul etmiştir:
- Behe makalesinde, son 40 yılda yapılan evrim deneylerini ele alıyor. Bunlar içerisinde Lenski Deneyi de var.
- Makalede Behe'nin 1996-2005 yılları arasındaki argümanlarından uzaklaşarak giderek bilimsel temele oturan bir anlayış geliştirdiği görülüyor. Örneğin Behe, türlerin evrimleşebileceğini, eski türlerden yeni türlerin evrimleşebileceğini, hatta cins düzeyine kadar evrimin mümkün olduğunu anlamış ve kabul etmiştir.
- Behe'nin kafasını kurcalayan nokta evrimin olup olmadığı noktasını aşarak, mutasyonların evrim üzerindeki etkisi ve türlerin moleküler fonksiyonlarının mutasyonlara bağlı olarak ne yönlerde değişebileceği haline gelmiştir. Yani Behe'nin, belki kimya temelli olmasının getirdiği evrimsel biyolojiye yabancılığı üzerinden atarak evrimsel değişimleri anlamaya başladığını görüyoruz. Mekanizmaların mutasyonlar haricindeki tamamını kavradığını, mutasyonların adaptasyoncu yorumuyla ilgili kafasında soru işaretleri olduğunu ve bunların üzerine gittiğini anlamak mümkün.
- Behe, makalesindeki birkaç noktada Lenski Deneyi'nin Evrim'i açık şekilde ortaya koyan ve pek çok soruya cevap veren çok önemli bilimsel bir keşif olarak nitelendiriyor. Bu da, belki de uzun dönem deneylerinin Behe'nin görüşlerini değiştirecek kadar güçlü olduğu fikrini akla getirebilir.
- Behe, Evrim yoluyla türlerin değişebileceğini, yeni özellikler kazanıp kaybedebileceklerini ve var olan bir özelliğin, bir diğer iş yapmaya başlayabileceğini ortaya koyuyor. Moleküler düzeydeyse mutasyonların fonksiyon kazandırıcı özellikler sağlayabileceğini; ancak bunların fonksiyon yitirici ve fonksiyon değiştirici mutasyonlara göre daha nadir olduğunu tartışmaktadır. Makalesinde, bunların evrimsel değişimlere ve adaptasyona katkı sağlayan önemli unsurlar olduğu tekrar tekrar vurgulanmaktadır.
- Behe bu evrimsel değişimlerin temelinde moleküler evrimin yer aldığı fikrini benimsiyor. Bir biyokimyager olarak evrimi moleküler düzeye uygulamak amacıyla önemli adımlar atıyor.
- Behe'nin Darwin'i yeni yeni sindirdiği anlaşılıyor. Darwin'in doğada gördüğü "Adaptif Evrim"i, ya da "Doğal Seçilim"'i, moleküler düzeye indirip kendi deyimiyle Adaptif Evrim'in İlk Kuralı olarak tanımlıyor. Burada, moleküler düzeyde meydana gelen fonksiyon yitimleri veya değişimlerinin türlerin evrim geçirmesine neden olduğunu ilan ediyor.
Teleolojik argümanın başka bir ünlü örneği de saat analojisidir: "Yolda bulunan bir saatin doğal süreçlerle kendi kendine olusması mı; yoksa birisi tarafından tasarlanmış olması mı daha mantıklıdır?" Saat, karmaşık yapıları anlatmak için iyi bir modeldir ve bu sorudan yola çıkılıp canlı organizmalara gönderme yapılarak, onların da tasarım ürünü olması gerektiği öne sürülür. William Paley 1802 yılında yayınlanan kitabı Natural Theology’de söz konusu analojiye başvurur. "İndirgenemez karmaşıklık" argümanlarıyla yakından ilişkili olan bu iddia da pek çok karmaşık sistemin, küçük ve rastgele adımlarla basitten karmaşığa doğru oluşabileceğinin gösterilmesi yoluyla kolayca çürütülmüştür. Bu konuda daha uzun soluklu açıklamalar için, Richard Dawkins'in "Kör Saatçi" isimli kitabından uyarlanan belgeseli buradan izleyebilirsiniz.
Teleolojik argümanın savunucularının bir başka popüler iddiası da, antropik prensibe dayanarak evrenin temel sabitlerinin zeki bir canlıyı oluşturan evrimsel süreci yaratacak biçimde ince ayarlanmış olduğuna dayanır. Fakat bu da tamamen yanlı ve gecerliliği olmayan bir iddiadır. Temel sabitlerin ve doga kanunlarinin farklı olması durumunda, bugün anladığımız şekilde olmasa bile bir çeşit canlılık denebilecek karmaşık yapıların mümkün olabileceği matematiksel hesaplamalar yoluyla gösterilmiştir. (Bu konuya ilişkin biraz daha kapsamlı bir cevap için tıklayın). Aynı şekilde, DNA'nın rastgele ortaya çıkmasının çok düşük bir olasılık olduğunu gösteren matematiksel hesaplamalar (Hoyle, 1981) ve Penrose'un, evrenin aynen bu şekilde var olma olasılığının çok düşük olduğunu gösteren hesapları da benzer şekilde teleolojik argümana kanıt olarak sunulmaya çalışılmaktadır. Fakat bu hesaplar teleolojik argüman savunucuları tarafından çarpıtılarak kullanılmaktadır. Örneğin DNA'nın oluşumuyla ilgili hesap DNA'nın tamamen rastlantısal olarak oluştuğunu farz eder; gerçekte DNA rastlantı ve doğa kanunlarının bir kombinasyonu sonucu oluşmuştur, yani tamamen rastlantısal değildir. (Evrimde şansın gerçekten büyük bir rolü vardır; ama bu argüman, doğal seçilimin asli rolünü tamamen göz ardı etmektedir. Çünkü ‘seçilim’, ‘şansın’ tam tersidir. Mutasyon biçiminde gördüğümüz şans etkeni, genetik çeşitliliği sağlar; bu da doğal seçilimin üzerinde çalıştığı hammaddeyi oluşturur. Sonrasında, doğal seçilim türlü çeşitlilikleri tasnif eder. Sahiplerine daha büyük bir üreme başarısı kazandıran çeşitlilikler tutulur, bu arada şans da, bu tür faydalı mutasyonların kaçınılmaz olmasını sağlar; daha az başarılı olan çeşitlilikler ise elenir.) Benzer şekilde Penrose'un hesabı da evrenin aynen bugün bildiğimiz şekilde var olma olasılığına ilişkin bir hesaptır; fakat bu, evren başka bir şekilde var olsaydı canlılık diye bir şeyin var olmayacağı anlamına gelmez. Richard Dawkins "Tanrı Yanılgısı" ve "Olasılıksızlık Dağına Tırmanmak" isimli kitaplarında bu konuya çok güzel açıklık getirir ve der ki:
“Bir Loğusa Otu kadar olanak dışı bir canlıyı zekasıyla tasarlama kapasitesine sahip herhangi bir varlık, başlı başına EN AZ Loğusa Otu (veya kainat) kadar olağandışı olmalıdır. Bu berbat kısırdöngüyü sonlandırmaktan çok uzak olan Tanrı, döngüyü olabildiğince kötü bir hale sokar.
… Akıllı tasarım rastlantısallığın tek alternatifi değildir. Doğal seçilim yalnızca sade, mantıklı ve hoş bir çözüm değildir; rastlantısallığa karşı şu ana kadar önerilmiş işleyen tek alternatiftir.
… Aslında, tasarım daha en başında gerçek bir alternatif değildir çünkü çözdüğü sorundan daha büyük bir sorun doğurur: tasarımcıyı kim tasarladı? Rastlantısallık ve tasarım, her ikisi de istatistiksel ihtimalsizliğin çözümü olarak başarısızdırlar çünkü biri başka bir sorun doğurur, diğeriyse sorunu kısır döngüye çevirir. Doğal seçilim gerçek bir çözümdür. Şimdiye kadar sunulmuş yegane işleyen çözümdür. Ve sadece işleyen bir çözüm değil, aynı zamanda müthiş bir şıklığın ve gücün açıklamasıdır.Doğal seçilimi ihtimalsizlik probleminin başarılı bir çözümü yapan ancak aynı anda rastlantısallık ve tasarımı daha ilk adımda başarısızlığa uğratan nedir? Yanıt, doğal seçilimin ihtimalsizlik problemini küçük parçalara ayıran birikimli bir süreç olmasıdır.” (s.117-118)
Sonuç olarak teleolojik argümanın değişik formları, canlılığın ve evrenin ardında zeka olduğunu göstermede yetersiz kalmıştır. Dediğimiz gibi bu argümandaki 3 numaralı öncül de sorgulanmakta ve geçersiz bulunmaktadır. Çünkü bir şeyin zeka ürünü bir tasarım olduğu gösterilse bile, bu tasarımın ardındaki zekanın kökeni ve mahiyeti konusunda kesin bir şey söylenemez. Oysa bu öncüle göre, bir şeyin tasarım olduğu ve insan yapısı olmadığı gösterildiğinde, bunu tasarlayanın semavi dinlerin Tanrı'sı olduğu varsayılmaktadır. Biraz kafa yorulduğunda bu ön kabulün mantıkdışı olduğu ve bir şartlanmanın ürünü olduğu rahatça görülebilir; böyle bir zekanın kökenine ilişkin sayısız olasılık sıralanabilir.
Teleolojik argümanın geçersizligini göstermek için geliştirilmiş bir karşı argüman:
1) Öncül: Teleolojik argüman doğrudur.
2) Demek ki zeki bir tasarımcı mevcuttur.
3) Öncül: Bu zeki tasarımcı da teleolojik argüman kapsamındadır, çünkü zeka gerektiren bir şeyi tasarlayabildiğine göre en az tasarladığı nesne kadar ya da daha fazla kompleks ve amaç sahibidir.
4) Demek ki zeki tasarımcının da bir zeki tasarımcısı olmalıdır.
5) Sonsuz bir zeki tasarımcılar zinciri mevcuttur.
6) Öncül: Sonsuz bir zeki tasarımcılar zinciri mevcut değildir, çünkü bu absürd bir düşüncedir.
7) Sonuç: Yukarıdaki üç öncülden biri yanlıştır. (Bilin bakalım hangisi?)
Teleolojik argüman ve Gazali’nin Hudus Delili konularına değinen bu video hakkında bilgi almak için tıklayın.
4) Ahlak argümanı
Bu argümanın en basit biçimi şudur:
1) Eğer ahlak kuralları (kanunları) varsa, bu kanunların bir kanun koyucusu da olmalıdır.
2) Ahlak kanunları vardır.
3) Dolayısıyla bu kanunlarin kanun koyucusu (Tanrı) da var olmalıdır.
Argümanın çürüklüğü büyük ihtimalle okuyan çoğu kişinin gözüne çarpacaktır. Yukarıdaki maddelerin tümü şüphe altındadır ve sorgulanır. Tanrı'sız bir etik mümkündür ve bu defalarca gösterilmiştir. Mutlak ahlaksal kuralların var olmadığı, mevcut ahlak kurallarının insan yapısı ve yerel olduğu da pek çok düşünür tarafından dile getirilmiştir. Ayrıca, üçüncü madde dahi saldırı altındadır, çünkü kanun koyucunun göksel dinlerin Tanrı'sı olması gerektiği de havada kalan bir iddiadır. Ayrıca, Tanrı yoksa iyi ve kötünün tanımsız ve anlamsız olacağı, dolayısıyla Tanrı'nın olması gerektiği şeklinde dile getirilecek bir bakış açısının, felsefi bir kanıt değil, olsa olsa safca bir insani temenni olacağı da açıktır.
Bir de ahlak argümanına karşı üretilmiş bir karşı argüman vardır. Bu karşı argümana göre, eğer insanları iyi davranmaya, ahlaklı olmaya, kurallara uymaya vs iten faktör Tanrı inancıysa, bunun doğal ve beklenen sonucu, dinsizlerin bu kuralları dindarlara kıyasla daha fazla yıkmalarıdır. Burada cinayet, tecavüz, hırsızlık gibi suçlardan ya da eşcinsellik veya uyuşturucu kullanımı gibi dinler tarafından ahlak dışı sayılan eylemlerden, hatta boşanmak gibi yine dinlerin genellikle tasvip etmediği eylemlerden bahsediyoruz. Fakat mevcut istatistikler açıkca göstermektedir ki durum bu beklentinin tam tersidir. Örneğin ABD'de Barna Araştırma Grubunun 1999'da yaptığı çalışmaya göre, inançlı çiftler arasındaki boşanma oranı inançsızlara göre daha fazladır. Hapishane istatistiklerine bakılırsa, dindar kişilerin hapse düşme oranı ateistlerin hapse düşme oranının 40 katıdır.
Bu son veriyi yanlış anlamayın. Bu, ateistlerin sayısının dindarlardan çok daha az olmasından kaynaklanmıyor. Dindar suçlularla toplam dindarlar arasındaki oran ve ateist suçlularla toplam ateistler arasındaki oran karşılaştırılıyor. Sonuç açık: Ateistler yasalara daha sadık, daha ahlaklı! Ahlak konusuyla ilgili kapsamlı bir video ve yazıya buradan ulaşabilirsiniz.
Bu sonucu ilginç bulanlara, benim hiç de ilginç bulmadığımı, hatta mantıklı bulduğumu söylemeliyim. Çünkü, din genellikle ayak takımının işidir. Fakir, cahil, okumamış ve toplumun alt tabakasından olan kişiler toplumun diğer kesimlerine göre daha dindar olma eğilimindedir. (Bu da istatistiklerin gösterdiği bir gerçektir). Suçlular da daha çok bu kesimin içinden çıktığına göre, aslında bu sonuçta şaşılacak bir taraf yoktur. Fakat bizim bu yazıdaki maksadımız açısından konuya yaklaşırsak, tüm bunların ahlak argümanını kolayca çürüttüğünü söyleyebiliriz. Bir de Özgür İrade kavramı vardır ki inancın bizzat temelini sarsar. Bu konuyla ilgili bir yazı ve videoya ulaşmak için tıklayın.
5) Transendental argüman
Bu argümana göre, mantik, bilim, ahlak gibi alanlar, hatta insan bilgisinin ve tecrübesinin tüm alanları, Tanrı var olmadığı takdirde anlamsızlaşır. Hristiyan inancından farklı herhangi bir düşünce şekli, mantıksal olarak devam ettirildiğinde, imkansız ve absurd bir sonuç üretecektir, dolayısıyla, her şeyin yerli yerine oturabilmesi için, Hristiyanlık ve Hristiyanlığın Tanrı inancından başlanmalıdır.
Bu argüman Hristiyan teologlarca üretilmiş olduğundan, sadece ateizmi değil Hristiyanlık dışındaki diğer inanç sistemlerini (Budizm, İslam vb) de kapsayacak şekilde kullanılmaktadır. Dolayısıyla Müslüman bir okur kesimine, bu argümanı çürütmek için uğraşmak gerekmediğini düşünüyorum. Kendi işlerine gelmeyen bu tür konularda, gerekli çürütmeleri yıldırım hızıyla yapabilmekle ünlüdür bizim dincilerimiz. Lakin bu argüman düpedüz yanlı ve dayanaksızdır. İnsan bilgi ve tecrübesinin herhangi bir alanı, Hristiyan inancını, hatta genel olarak Tanrı inancını gerektirmeden de yürür. Ahlaklı ateistlerin, ateist bilim insanlarının vs varlığı zaten bunun göstergesidir. (Bu bağlamda ahlaklı Müslümanların, Müslüman bilim insanlarının vs varlığını da argümana dahil edebiliriz.)
6) Çoğunluk argümanı (Argumentatum Ad Populum)
Bu argüman, çaglar boyunca insanların Tanrı'ya inandığını, bu derece geniş bir kitlenin hem fikir olduğu bir fikrin yanlış olmasının pek olası görünmediğini iddia ederek, Tanrı'nın olması gerektiği sonucuna ulaşmaya çalışır. Bu, üzerinde durulmayı bile gerektirmeyecek kadar zayıf bir argümandır. Bir fikrin doğruluğu, o fikre kaç kişinin inandığı ile ilgili değildir. Unutmayın, Galilei bir zamanlar doğruyu söyleyen tek kişiydi ve kimse ona inanmamıştı. Anatole France'in şu sözü burada tam yerine oturuyor: "Aptal bir şeyi 50 milyon kişi de söylese, o hala aptal bir şeydir."
7) Mükemmellik argümanı
Zihnimizdeki mükemmellik kavramının mümkün olmasının ancak ve ancak böyle bir mükemmelliğin var olması durumunda mümkün olacağını ifade eden bir argümandır. Bu argümanda iki yanlış vardır. Birincisi, tanımlanan ve/veya zihinde canlandırılan her şeyin gerçek dünyada bir karşılığının olması gerektiğini farz etmesidir. Fakat dikkat ederseniz, böyle bir zorunluluk yoktur. Noel Baba, anka kuşu, efsanelerdeki tek boynuzlu at vb kavramları zihnimizde canlandırabiliriz, fakat bu onların gerçekte var oldukları anlamına gelmez.
Bu argümandaki ikinci yanlış, döngüsel akıl yürütme içeriyor olmasıdır. Yani ulaşmak istedigi sonucu çıkış noktasında gizli içerir. Ulaşılmak istenen sonucun öncüllerde gizlendiği bu tür akıl yürütmeler, başlangıçta yola çıktıkları noktanın içerdiğinden daha fazla bilgi vermezler. Tanrı'yı var olmasını gerektirecek şekilde tanımlayıp, sonra buradan yola çıkarak Tanrı'nın var olduğunu söylemek, bir kedinin kendi kuyruğunu kovalamasından farksızdır. Kurulumunda böyle bir yol izlenen argümanlar, felsefi açıdan değersizdirler.
8) Sonsuzluk argümanı
Sonsuzluk diye bir kavram var olduğundan ve bilinen varlıkların hiçbiri sonsuz olmadığından, bu sonsuzluğu mümkün kılan veya kendisi sonsuz olan bir varlık olmalıdır, ki bu da Tanrı'dır diye özetlenebilecek bir argümandır bu. Fakat bu da zayıf bir argümandır. Burada da yukarıda açıkladığımız argümandaki hataya düşülmektedir. Yani döngüsel akıl yürütme. Ayrıca, Tanrı nasıl tanımlanırsa tanımlansın, bu tanım ile Tanrı'nın var olmasının gerekliliği arasında nedensel bir ilişki yoktur.
9) Tanık argümanı (Dinsel tecrübe veya mucize argümanı)
Dinsel veya mucizevi tecrübelere dayanan argümanların genel adıdır. Bu tür argümanlarda dile getirilen tecrübeler şüpheye ve sorgulamaya açıktır. Ayrıca subjektifdirler. Kimseden, başka birinin başından geçtiği söylenen bir tecrübeye dayanarak Tanrı'nın var olduğunu kabul etmesi beklenemez.
10) Dinsel kişi ve kaynaklara dayalı argüman
Dinin kurucusu veya önemli şahsiyetlerinin hayatını veya dinin kutsal kitabını örnek göstererek, bunların mevcut dinin geçerliliğine ve güvenilirliğine işaret ettiğini, dolayısıyla bu dine ait temel kavramların (Tanrı'nın varlığı gibi) doğru olması gerektiğini iddia eden bir argümandır. Fark edileceği gibi, felsefi açıdan kanıt olacak herhangi bir tarafı yoktur. Bir dinin iyiliği, güzelliği veya bir dinsel şahsiyetin bilgeliği felsefi veya epistemolojik konularda verdikleri bilgilerin doğruluğuna işaret olamaz. Arada nedensel bir ilişki yoktur.
11) "Ya varsa?" argümanı (Pascal'ın Kumarı)
"Tanrı yoksa benim kaybedeceğim bir şey yok, ama varsa inançsız birinin kaybedeceği çok şey vardır" diyen ve buna dayanarak Tanrı'nın varlığının kabul edilmesi gerektiğini söyleyen argümandır. 17. yüzyıl Fransız filozofu Blaise Pascal'ın bu konudaki düşünceleri ilgi çekicidir. Pascal, agnostiklere Kumarbaz Argümanı ile bazı seçenekler sunar:
"Tanrı'nın varoluşuna oynayıp kazanırsak (yani, Tanrı'nın varoluşuna oynayıp kazanırsak (yani Tanrı varsa), o zaman kazancımız -bir büyük ödül olarak- ededî yaşamdır. Bu seçim yapmışsak ve Tanrı'nın var olmadığı bir şekilde ortaya çıkmışsa, kaybımız ebedî yaşam imkânıyla kıyaslandığında pek de büyük sayılmaz: Dünyevî birtakım hazları kaçırmış, birçok saati ibadetle geçirmiş ve hayatımızı bir yanılsama içinde geçirmiş olabiliriz. Tanrı'nın var olmadığı alternatifine oynamayı seçer ve kazanırsak (yani, Tanrı var değilse eğer), bu takdirde (en azından bu bakımdan) yanılsama içinde bu dünyadaki hayatın hazlarına, ilahî ceza korkusu duymadan, düşkünlük göstermek açısından tam bir özgürlüğün keyfine varırız. Fakat bu alternatife oynar ve kaybeder isek (yani, Tanrı'nın var olduğu ortaya çıkarsa), bu takdirde en azından ebedî yaşam şansını kaçırdığımız gibi, ebedî bir cehennem mahkûmiyeti tehlikesiyle dahi karşı karşıya kalabiliriz."
Fakat dikkat edilirse bu da felsefi açıdan kanıt kabul edilebilecek bir argüman değildir. Çünkü karşıdakinin kendi zihninde ikna olup olmaması umursanmıyor, sadece kendisinden itaat bekleniyor. Bu argüman daha çok politik olarak yandaş toplamada işe yarayabilir, yoksa felsefi olarak ikna etmede değil. Çünkü argümanın, Tanrı'nın var olduğunu kanıtlayan bir yanı yoktur. Zaten dikkat edilirse, argümanın amacı da o değildir. Her şeyi bilip ve her şeye gücü yettiğine inanılan bir varlığa (Tanrı'ya), bu şekilde pazarlık yöntemi ile inanmayı seçmek, şüphesiz inancın kendisi ile çelişmektedir ve tamamen bir kendini rahatlatma taktiğine dayanmaktadır.
* Bu yazı bir derlemedir. Katkılarından dolayı Sinan Talay'a teşekkür ederim.
Şunlar da ilginizi çekebilir: